
Ama önce tartışalım.
Kanatlarım bir gramın yedide biridir,
Okyanusun en hafif rüzgarlarıysa tayfundan daha iridir
“Hey dalgalar haydi yarışalım” deyip başlamıştık.
Bu yolun dönüşü yoktu artık.
Ben rüzgarı tanıyordum, gücünü biliyordum havanın
Mağrur deniz ise kelebeklerin kudretinden bihaberdi inanın
Fırtınalar mı?
Adamı güldürmeyin!
Farkında bile değillerdi gramın yedi binde birinin, yani ellerimin.
Haksız da sayılmazlardı hani,
Kesiti. Yedi bin bölü yedi bin desimetreydi
Ki, kanatlarım gözyaşından şeffaf, ruhtan inceydi.
Tüm bu bilgileri nereden mi aldım?
İşin doğrusu kimyager Alfred’in oğlu Jan’ın günlüğünden çaldım.
Babası kelebeklerin uzun, çok uzun süren yolculuklarında
Tülsü yapılarının nasıl olup da
Sağnak Yağmurlar ve deli rüzgarla
Nasıl eriyip dağılmadığını merak eden aydın bir baba.
Jan günlüğüne onun bulgularını aktarmış.
Benimle uçan filo, dört Nisan sabahı Florida’dan havalanıp
Dokuz Eylül’de Portekiz’e varmış.
Demek ki, altı ayda ayak basmışız, yeniden karaya
“Hangi güçle?” mi diyorsun?
Güç Rabb’imizin efendim, o acır fukaraya.
Çok Özel Not:
Kelebeklerin uçarak Atlantik Okyanusu’nu geçtikleri meselesi bilimsel bir vaka olmanın ötesinde, insanların tevbeye yönelmesinden başka hiçbir toplumsal yahut bireysel çıkış noktamızın kalmadığını gösteren bir kanıttır! Böylesine inanılmaz bilimsel bir keşif nasıl olur da insanı allak bullak etmez ve kendini gözden geçirmeye sevk etmez.
Ey korkak ve korkularından ötürü pişmanlık duymayan değerli muhatabım?
Prof. Mustafa ERDOĞAN